13 Mart 2014 Perşembe

benzerlikler

(nuri bilge ceylan söyleşisinden bir alıntı) 
babam ziraat mühendisiydi, "ziraatçi" derlerdi ona. o günler sanki kimse bir diğerinden fazla değildi, genel bir yoksulluk vardı. çoraplar yamanır, ayakkabılar pençelenirdi. bir ayakkabı iyice parçalanmadan yenisinin alındığını pek hatırlamam. elektrik kasabadaki gürültülü jeneratörden belirli zamanlarda verilirdi. babam çok para gitmesin diye saç tıraşım için elle çalıştırılan bir tıraş makinesi almıştı. erkek çocukların hepsi için kısacık "alabros" denen basit bir saç modeli neredeyse standarttı. her taraf kısa ama sadece önde biraz daha uzun bırakılan bir saç. kısa saçtan ön taraftaki uzunca saç bırakılan bölüme geçişin biraz yumuşak olması gerekiyordu, berberler onu iyi yapardı. esasen berberlerin maharetlerini gösterebilecekleri tek yer de zaten bu geçişti. babam bu geçişi biraz sert yapıyor olmalı ki, bir gün mahallede oynarken savcıyla hakim geldi yanıma. o detaydan anlamış olmalılar, "oğlum, gel bakayım buraya, seni kim tıraş ediyor?" dediler. "babam" dedim. babamın cimriliğini kanıtlamış olmanın sevinciyle birbirlerine bakıp gülümseyerek, alaylı bir şekilde kafa salladılar. biraz da konuştular galiba "demedim mi ben sana" falan gibi. sonra ben bunu evde anlattım ve annemle babam arasında bu küçük olayın ciddi bir duygu yarattığını görerek ürktüm. "vay eşşoleşşekler" falan diye küfür ettiklerini hatırlıyorum...

bu hikayede beni heyecanlandıran tüm çıplaklığıyla insan doğasının bu tarz yönlerini ele alabilecek oluşumuzdu daha çok...





                                      --------------------------------

babam ziraatçidir, bir türlü ziraat mühendisi olamasa da ziraatçi diye anılır... aile içi yoksulluk dönemi geçirdiğimizi bilmem; fakat tutumluluğa dair anımsadığım birkaç anekdot da yok değil. okulda giymek üzere alınan ayakkabının top oynama sonucunda heba olup derhal yenisinin alınması (iki çift ayakkabının vestiyerde aynı anda bulunduğu görülmemiştir), kullana kullana eskimiş lcw marka eşofman altının kendini birden yatakta bulması (hep diyorum: "pijama, alınmaz" diye), günlük alınan "milliyet" gazetesinin yanında bir de "fanatik" alınması ve hemen akabinde gerçekleşen kısa süreli bir kaos ortamı... çok var daha. yanlış bir tutum mu? değil. kesinlikle değil. ikimizinki de yanlış değil zira sebebini biliyorum...

bir yaz yine köyde sıcaktan uyku tutmamıştı, sıkıntıdan okumadığım gazete köşesi kalmamış, çocukluk işte kalktım ayağa volta atıyorum durduk yere, sonra canım sıkıldı aşağı indim, sesler geliyor oturma odası olarak kullanılan odadan (salon demeye dilim varmıyor köy mefhumuna aykırı). dedem de uyumamış olacak ki, elinde eskimekten (gün geçtikçe eskiyor) saman kağıdına dönmüş, bulunulan tarihten en az bi 5 sene öncesinin gazetesinin bir kısmını koparmaya çalışıyor. koparmaya çalıştığı kısım; iki yaprak diye tabir ettiğimiz gazete parçasının bir yaprağının bir makale taşıyacak büyüklükte olanı...
her gün gazete alıyorum sıkıntıdan. bir milliyet gazetesi, ekleriyle birlikte yüzü geçkin sayfa veriyor o zaman da. oradan koparsana be adam gönlünce? "yoook. kanepe altında zor günler için saklanılmış bir yaprak vardı, onu kullanayım ben" dercesine hareketler... neyse sözü uzattım geleceğim mesele o değil.

amcam var benim. matbaada çalışıyordu. bize her okul döneminde saman yapraklarından sayısız defterler gönderirdi sağ olsun... onları kullanırdık biz de ablamla. ben biraz utana sıkıla. (şimdi onlardan bulmak için can atıyorum orası ayrı)
okula "baba hocalar özel olarak harita metod istiyoo" diye yutturuyodum da, dershaneye o yemiyodu işte... istediğini kullan, kime ne? aslında her yerde istediğini, gücünün yettiğini kullan di mi? neyse, bir gün dershanede yine dersteyiz. bi biyoloji hocamız var, gıcık mı gıcık! o zamana kadar hiç dikkatini çekmeyen defterim, bu sefer hocanın gözüne gözüne batıyor, not tutmuyo muydum ne yapıyodum tam hatırlayamıyorum orasını fakat hoca yaklaştı ve dedi ki: bu ne biçim defter! git doğru dürüst bir şeyler al kendine... arkamdakiler ayağa kalkıyor kafasını uzatıyor deftere bakmak için... saçma bir ortam nereden baksan... devamında ben nasıl bir tutumda bulundum bilmiyorum ama içerlediğimi hatırlıyorum. ders bitti. eve gittim. annemle babama anlattım. babamın tepkisi: "vay eşşooğolleşşek! ben yarın gidip ona gününü göstermesini bilirim!"

gitti.. ve gününü gösterdi...

                                                                                   haziran 5, '13