25 Kasım 2014 Salı

film okuması: kosmos

aslında uzun oldu seyredeli. üniversitenin ilk yıllarında izlenime girmişti. istanbul, izmir, ankara gibi başat şehirlerin yanı sıra eskişehir'de de vizyona girdiğini öğrenmem, üni tercihinde ne kadar doğru bir karar verdiğimi gösteriyordu. eşlik edecek birini bulamamıştım ne yazık ki. ben de tek başına izlemiştim. tek başına izlenen filmlerin ayrı bir havası oluyor nedense. arada yapmak gerekir aslında. nerede olursan ol. 

her neyse kosmos benim için çok ayrı bir film. vizyona girdiği tarihten itibaren merakla beklediğim nadir filmlerden biriydi. fragmanı ilgi çekiciydi bir kere. sonra sermet yeşil'in oyunculuğu. fazlasıyla merak uyandırıyordu.



 

baş karakter battal, filme ağlar halde koşarak geliyor. yine aynı şekilde de bitiyor. bunu en son nuri bilge ceylan'ın iklimler filminde görmüştüm. orada da kadın karakter, (bahar olabilir) filmin başında da ağlıyordu sonunda da. sanırım bu ciddi bir metafor. ya tüm bu anlatılanlar koskoca bir hikayeden alınan ufak bir kesit denilmeye çalışılıyor. ya da anlatılmak istenen "bu karakterler hep böyle, siz de bu anına tanıklık ettiniz ve sonsuza kadar böyle sürecek"

sanırım reha erdem için ikincisi daha doğru çünkü kendisi bir hikaye sunmaktan çok, anlam arayışında olan bir yönetmen. battal karakterinin şu tiradına bakar mısınız: 

"herkesin başına her şey aynı şekilde geliyor; iyiyle kötünün, cömertle cömert olmayanın başına gelen şey aynı; iyi adam nasılsa suç işleyen de öyle, yeminle yeminden korkan aynı birbiri gibi. hayatta her şeyde bela şu ki, herkesin başına gelen şey aynı; hem de insanoğlunun yüreği kötülükle dolu ve ömürlerinin devamınca yüreklerinde delilik var ve sonra ölülere katılıyorlar. çünkü bütün yaşayanlarla beraber olan için ümit var. çünkü sağ köpek ölü aslandan iyidir. çünkü yaşayanlar biliyorlar ki ölecekler; fakat ölüler bir şey bilmez, ve artık onlar için bir ödül yok; çünkü onların anılması unutulmuş."

sanırım bu tirad filmin yarısını oluşturuyor. zira "sanat filmi" sevmeyenlerin epeyce canının sıkılacağı filmlerden kosmos. sanat filmi de ne demekse... maskeli beşler tarzı olmayan filmler diyelim geçelim...

film boyunca şaman kültürüne ait birçok verinin kulanıldığına şahit oluyoruz. belli ki yönetmen arayışta! inanç sorgulamaya bir film. "sol eli başımın altında olsun, sağ eli beni kucaklasın" vurgusundan da anlaşılıyor inanç derdinde olduğu yönetmenin, pek de güzel bir film. 


bir de unutmadan! battal ve güzeller güzeli neptün'ün hiç konuşmadan ve birbirlerine dokunmadan çığlıklarla seviştiği sahne son derece çarpıcı, dramatik gerilimin anbean müzik vasıtasıyla yükseltildiğine dikkat!

22 Kasım 2014 Cumartesi

romantik taraftar profili


yense de yenilse de! dediğimiz takımdır. takımdan vazgeçmezsin, vazgeçmemelisin. fakat protesto edilecek bir oyuncu, bir yetkili, bir mercii olmalı. selçuk yedi sekiz ay önce protesto edilmediği için bu halde. burak ona keza.
umut'a kimsenin laf attığı yok. yine sabri'ye de aynı şekilde. adam maksimumunu veriyor, nasıl kızabilirsin? ona görev verilmiş, o da yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışıyor. sneijder? adam defans yapıyor pozisyonu on numara. taktik neyse onu uygulamaya çalışıyor. melo'ya kızarsak ellerimiz kurusun!

neymiş gs formasını giyenler kutsalmış. peki sen kutsal addediyorsun da o oyuncu bunun farkında mı acaba metin oktay'ın, baba gündüz'ün formasını taşıdığının? hem neden kutsal olsun. bir forma sadece. üzerinde arması var bayrağı var. bezden yapılmış. senin forması kutsal diye eleştirmediğin oyuncu maç çıkışında hiçbir sikim olmamış gibi bara kafeye gidecek. evine gidecek uyuyacak mışıl mışıl en kötü! sen ne triplere giriyon.

futbol bir gösteri işi kardeşim. dünyanın her yerinde kötü oyun oynayan aktör ıslıklanır. işini iyi yapmayan siyasetçiye yumurta atılır. futbolda değişik olması gereken ne? hiç romantiklik yapamayacam. bizde "kötü"ye "kötü" derler!

15 Kasım 2014 Cumartesi

euridice'nin elleri maymun elleri!

midas'ın kulakları da eşek kulaklarıydı. bir zaman sonra herkesin diline düşmüştü. yani takke düşmüş, kel görünmüştü.


                                      


ben de euridice'nin elleri'ni beğenmedim. sonradan duyduğuma göre ankara devlet tiyatrosu'nun en az seyircili oyunlarındanmış. aktörün abartılı oyunculuğu bir yana, oyunun interaktif olanı da hiç çekilmiyor gerçekten. eğer oyunun oyun olduğu hissettirilmek isteniyorsa bu, oyundan bir an çıkıp seyirciyle etkileşime girmekle olmamalı.
dekor üzerinden bir oynamayla olabilir, aktörün bir anlık tepkisiyle olabilir. başka türlü de olabilir. fakat işin içine seyirci girince olayda iyice gerçeklik zeminini yitiriliyor ve gerek oyuncu gerek seyirci bir daha oyuna girmekte zorlanıyor. seyircinin abartılı katılımını hesap etmek bu kadar zor olmamalı açıkçası! bu konuda brecht'in yabancılaştırma efekti (etmeni) ritüellerinden yararlanılabilir.
evet, heath ledger tarzı bir oyuncunun karşımda olmasından da rahatsız oluyorum ama bu denli gevşek oyunun ve oyunculuğun da taraftarı değilim!

onun dışında oyun bir saatte bitti. yine tek kişilik bir oyun olan yeraltından notlar oyunu, hemen hemen hayata dair benzer serzenişleri barındırıyordu içerisinde, iki saate yakındı, oyun iki perdeydi ve nadir sarıbacak'ın oyunculuğu nispeten daha iyiydi. bu oyunun konusundan rahatsız değilim (her ne kadar existansiyalizmle girip klişe hayat telaşelerini anlatsa da), oyunculuğundan da aşırı derecede rahatsız olduğum söylenemez fakat konunun gidişatı, bize vadettiğiyle sonunda olan arasında gördüğüm fark oyunu tatminsiz bitirmemi getirdi ne yazık ki.