28 Haziran 2013 Cuma

güle güle viking...

galatasaray'daki diriliş destanının kahramanıydı. henüz terim'le sözleşme imzalanmadan transferi duyurulmuştu.  hatırlıyorum da; pek sevinmiştim.
tam bir premier league golcüsü. kora kor, dişe diş...pres yapan, kafa topuna hakim, sağ ayak-sol ayak... her türlü! komple bir oyuncuydu ki galatasaray'da oynadığı dönemde de bu yönlerini gösterdi fazlasıyla. kewell'ın yerini kolayca doldurdu taraftarın gözünde, onları mest etti. golü attıktan sonra asisti yapana koşardı, kanının-terinin son damlasına kadar savaşırdı, takım arkadaşlarına ve rakip takıma karşı tutunduğu ahlaklı tavrıyla taraflı tarafsız herkesin sempatisini kazanırdı...
çok güzel adamdı be, çok...

şimdi gönderilmesi gündemde. çok büyük ihtimalle önümüzdeki sezonun planlamasında yok. kadromuzdaki sınırlılıktan dolayı forvet tercihimiz türk'ten yana olacak, böyle olmak zorunda. bu sebepten gönderilecek. yoksa sanmıyorum ki ben, bir teknik direktör böylesine bir adamı keyfi göndersin. ah bu yabancı sınırının gözü kör olsun!

neyse, darılmaca yok. kural böyle.
ve biliyoruz ki o da farkında bu durumun. gönül koyacak bir şey yok. güzel bir uğurlamayla yollarız ve geriye kalır hatıralar... her şeyi için teşekkürler.

15 Haziran 2013 Cumartesi

bir istikrar abidesi: ergin ataman

türk basketbolunda en fark yaratan koç kim diye sorsan ergin ataman cevabını verebilirim direkt. gittiği kulübe beraber çalışmayı sevdiği arkadaşlarını getirerek "emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili" oluyor hemencecik.

geçen sene beşiktaş'ı, 30 senedir şampiyonluk yüzü görmemiş beşiktaş'ı dipten çıkarıp üç kupanın sahibi yaptı. bu sene ise galatasaray'ı 23 senenin ardından türkiye basketbol ligi şampiyonluğuna ulaştırdı...
istisnasız her sezon, başında olduğu takımı ufak bir tökezleme dönemi geçirir. kendisi ise, eleştirilere kulağını tıkayarak devam eder. geçen sene de beşiktaş başında eurochallenge yolunda ufak darbeler alırken, taraftarlarından "twitter'ı çok kullanıyorsun biraz takımınla ilgilen!" mesajları gelmeye başlamıştı o derece. o yine bildiğini okudu, takımını üç kupanın sahibi yaptı.

bu sene galatasaray'ın başındayken olanlar da pek farklı değil esasında. takımı sezona müthiş bir şekilde başlayacak derken, geçen sene euroleague en iyi ilk beşinde yer alan henry domercant sakatlandı. uzun sürecekti sakatlığı, sezonu kapatacaktı. olsun dedi, devam!
yine geçtiğimiz sene, özellikle cska moskova maçlarındaki oyunuyla adını avrupa basketboluna duyuran önemli savunma silahlarından göksenin köksal da sakatlandı, takım tıkır tıkır işliyor bu sırada ha, sezona müthiş de bir başlangıç yapmış, oyuncusu sakatlanıyor, devam diyor.

ve takımın en önemli oyuncusu winner oyuncu david hawkins, geçen sene çok iyi işler başardılar birlikte, bir nevi ona ihanet ediyor, dopingli olduğu açığa çıkıyor ve kendisini yarı yolda bırakmak zorunda kalıyor. hemen bir sistem oyuncusu transfer ediliyor. manuchar markoishvili, nam-ı diğer marko paşa!
sistem tıkır tıkır işlemeye devam ediyor ve bugün, tarihler 15 haziran 2013'ü gösterirken galatasaray erkek basketbol takımı 2013 yılında sezonu tek mağlubiyetle kapatıyor (final eşleşmesinde banvit'e karşı).

bu bir istikrardır. taraflı tarafsız herkesin alkışlaması gerekir.
taraflı tarafsız diyorum, çünkü pek sevilmez kendisi rakip taraftarlarca. çünkü başarılı adam sevilmez. güzel adamın çok düşmanı vardır ve kıskanılır.
.
ergin hoca'nın koyduk mu molası vardır çok meşhur. maçın bitimine bir iki dakika kala farkla öndeyken mola alır ve rakibi çıldırtır! tabii kendisinin makul bir açıklaması vardır ben play off'ları düşündüğümden alıyorum o molaları der. eyvallah deriz geçeriz.
fakat şöyle bir durum var, kendisi bunu efes'in başındayken de yapsa beşiktaş'ın başındayken de yapsa pek kızamazdım kendisine. kibir, başarıdan gelir. diyor ki: hodri meydan! daha iyisini yapabilirseniz çıkın siz yapın bunu...

ben de amatör basketbol yaşantımı göz önünde bulunduruyorum şimdi.
bu tarz şeyler bana büyük haz verirdi. rakibi sinirlendirmek...
pek centilmence durmuyor evet ama orada çok büyük bir psikolojik savaş var ve ben o hissi anlayabiliyorum.

fakat yine şöyle bir durum da var; ben amatör ruhumla yapıyorum bunu, o profesyonel haliyle... sanırım irdelenmesi gereken nokta asıl burası...

şemsettin baş'lı dönemlerden bu günlere

kolay değil tabi, 2002 yılından beri takip etmişsin. istemişsin, delicesine istemişsin takımının şampiyon olmasını.
trt 2'de yayınlanırdı, dershaneden geldiğim gibi açardım televizyonu, kurulurdum başına. o zamanki adıyla efes pilsen, ülkerspor gibi şirket takımları varken sen ancak erman kunter'in önderliğinde lig üçüncüsü oluyorsun. o zamanlar üç büyükler bu kadar ilgili değil tabi mevzuya. taraftar olarak yöneticilerin basketbola yatırım yapmasını beklemek mi? kulüp içi yaşanan skandalları en hasarsız şekilde atlatmayı bekliyoruz, sadece. (cemal nalga skandalını unutmadık)

sonraları ülkerspor yeteri reklamı yapamadığını fark etti, fenerbahçe ile "birleşti". hemen eklemekte fayda var. tbl tarihinde başka bu şekilde güçlerini birleştiren takım(lar) yok.
bu durum diğer takımları da harekete geçirdi tabii, sponsorluk anlaşması yaptılar takımlar. galatasaray da beş altı sene ardında cafe crown ismiyle anılırken son senelerde ismini galatasaray medical park'a bıraktı.
beşiktaş ise "tüpçü" sağolsun, milangaz etiketiyle boy gösterdi ve ergin ataman önderliğinde 2011-2012 sezonunu kelimenin tam anlamıyla domine etti. sponsorluk anlaşmaları önemli anlayacağınız. maçlar artık lig tv'de yayınlanıyor. bundan daha ötesi yok. basketbolun popüler olduğu bir çağdayız.
konu şaştı biraz ama ona gelecem ben de işte,
daha trt-2'de yayınlanırken takip ediyordum ben galatasaray erkek basketbol takımı'nı... jason robert koch'lar mı dersin, brian tolbert'lar mı... her birinin fazlaca hayranıydım ve her seferinde bu sene efes pilsen ve ülkerspor hegamonyasına bir son verir miyiz acaba diye düşlüyordum...play off'lara son anda katılıp ilk turda ikisinden birine elenmemizle sonuçlanıyordu hayallerim.
şimdi bunun ne anlama geldiğini (anlatmama rağmen) çok az kişi bilir.

geçen sene oktay mahmuti önderliğinde euroleague arenasında boy gösterdik ilk defa, son 16'ya kaldık, abdi ipekçi'yi turnuva şampiyonuna dar ettik, teodosic'e topu havaya diktirdik...

hayallerimin sırası biraz şaşsa da bugün yine tbl şampiyonu olma hayaliyle maçı seyredecem. hayal demeyeyim artık ona, gerçeğe çok yakın. 89-90 sezonunun ardından yaşanacak bu şampiyonluktan bir tık ötesi bu takımla euroleague'de final four yaşamak...

nasip olur mu dersin? neden olmasın...


blog mefhumu üzerine

olum neden daha önce söylemiyosunuz böyle bir güzellik varmış, gidiyomuşsun bi gmail hesabı alıp blog açabiliyomuşsun...
bu kadar kolay olduğunu bilsem daha önce atılırdım bu işe elbet, zira ne zamandır istediğim bir şeydi bu.
biliyorum, belki aylarca hiç aklıma gelmeyecek; yıllar sonra hatırlayacam belki bu siteyi ama olsun.
yıllar sonra,
yıllar önce yazdıklarımı görmek her zaman güzel, garip ve biraz da komik gelmiştir bana. iki yıl sonra bu yazıyı okuduğumda misal, asfhufashafs ne salakmışım yaa diyecem. hatta şu random gülmek bile bana anlamsız gelecek. en az şimdilerde iki yıl önce "zuhaahahahah" diye gülmemin anlamsız geldiği gibi...

siz bu satırları okurken ben çoktan gitmiş olacağım demek isterdim inanın. fakat gitmeye hiç mi hiç mecalim yok henüz böylesine şevkle yazmaya başlamışken.
aslında yeni değilim bu yazma işinde. eski de değilim. elime bilgisayar geçer geçmez yazmaya başladım. elime defter verildiği gibi günlük tutmadım belki ama bilgisayarlar haşır neşir olmam çok da uzun sürmedi. ne bileyim ya, bir şeyler karalamayı seviyorum. bu blog'da spor, siyaset, gündelik hayat problemleri üzerine yorumlarımı bulabileceksiniz. henüz hedef kitleme nasıl ulaşabilirim bunun hakkında da bir fikrim yok evet ama bir şekilde o da hallolur.

şu anda yeni açtığım gmail hesabım, blog'un tasarımı falan hiç umurumda (böyle deyince daha güzel oluyo) değil. sadece yazıyorum.

esen kalın.