anlatmak istediğim için çokça spoiler'a başvurmam gerekecek. fakat sanırım bu da yetmeyecek. izlemeniz lazım.
başrolde kayıtsız bir fotoğrafçı. bohem hayat sürüyor.
bir gün öpüşen bir çifti fotoğrafa alır. çekildiğini gören kadın makineyi rica eder, fotoğrafçı reddeder.
sonra bundan şüphelenen adam fotoğrafı büyütür ve kadraja yansıyan çalılarda bir ölünün yattığını fark eder.
kazanım 1) fotoğrafçı görmedi, kamera gördü.
derhal fotoğrafını çektiği yere gider. yanında kamerası yoktur bu kez. ceseti görür, fotoğrafını çekemez. evine döner, çektiği fotoğraflar da ortada yoktur. polise gider, böyle bir cinayet kayıtlarda yoktur der polis.
kazanım 2) fotoğrafçı dahil kimse görmedi, kamera gördü.
film devam eder. antonioni'nin ustalığını konuşturduğu sahne filmin sonundadır.
blow up, end part:
iki pantomimci tenis oynamaktadır. fotoğrafçı keyifle izler. diğer pantomimci arkadaşlar da.
(itiraf etmeliyim ki bu hayali mücadeleyi izlemek benim için de keyifliydi.)
sonra pantomimcilerden biri topu, fotoğrafçının izlediği bölüme, saha dışına yollar ve topu geri atmasını ister. fotoğrafçı da topu (güya) düştüğü yerden! alır ve geri yollar,
ve izlemeye devam eder. artık top seslerini de duyabilmektedir.
fotoğrafçı, kazanım 1 ve kazanım 2'ye ters düşecek biçimde olmayan bir topu var saymak zorunda kalmıştır. bu da kazanım 3.
bilmem nereden esti de aklıma geldi bu film. belki günümüz türkiye'sinde bi karşılığı vardır bunun.
serdar akar'ın gemide'sinde,
bir memleket gibi olan gemide yaşanan iktidar mücadeleleri işlenmişti ve bu, dönemin devlet yöneticilerinin aralarındaki iliskilere benzetilmişti.
bugünün devletinde ise bazı şeyler tıpkı bu filmdeki gibi.. gördüğüne inanma, görmediğine inan der gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder