1 Haziran 2018 Cuma

film okuması: ahlat ağacı

uzun zamandır bekliyordum, beklediğime fazlasıyla değdi. nuri bilge, toplumumuzdaki erkek prototipini çok iyi gözlemlemiş. iklimler filmiyle başlayan süreçte filmleriyle hayatımıza soktuğu erkek karakterler öylesine sıkıcı, öylesine hödük ki.. üstelik bunların öyle ipsiz sapsız tipler de değil he. bayağı bir kendini yetiştirmiş tipler bunlar. ama kadın karakterlere tutumu hemen hemen hepsinin aynı. bu filmde de başrol sinan karakterinin annesine takındığı tavır çok sevimsizdi, beni çok irite etti.

(yoğun spoiler içerir)

film sinan'ın üniversite sonu taşraya dönüşüyle başlıyor. hayatına ne şekilde devam edeceğini kestiremeyen sinan daha ilk dakikadan bize memnuniyetsizliğinin sinyallerini veriyor. uzun ve tek plan halinde çekilen bir sahne var sinan ve eskiden hoşlandığı kız hatice ile. güzel görüntüler yakalamış yönetmen burada. kızın yaraladığını sandığı dudak, daha sonra geçmişin acısını çıkarırcasına kanayacaktır. babanın aymazlığı, her şeyi ti'ye alışı ev hanesini ciddi şekilde rahatsız etmektedir. film neredeyse sinan'ın babasını itin götüne sokmak üzere kurulmuş. kış uykusu'nda olduğu gibi iki kişinin entelektüel konuşma serüveni bu filmde de sürüyor. kendini roman yazma konusunda kanıtlamaya çalışan sinan, kendisi gibi o bölgeden çıkmış ve tanınmış süleyman akbaş ile tanışıyor ve inanılmaz keyifli bir sohbet gerçekleştiriyorlar. hayal mi gerçek mi sekanslarından biri bu sahneydi, açıkçası bu filmde seyirciyi bu tarz yanıltmaları sıkça kullanmış yönetmen. kitabı bastırabilmek için belediye başkanının yönlendirdiği inşaatçı adam, okumadığı gibi okuyanları da aşağılayan biri, bu ülkenin her mahallesinde illaki denk geldiğimiz talihsiz karakter. o kadar tanıdık ki. bir zamanlar anadolu'da filmindeki ercan kesal etkisi yarattı bence o adam... gerçekten de işi gücü düşüncesi o olabilir bana öyle hissettirdi. işte sinan, bu adamlarla muhatap olduğu için hiç sevmiyor burayı. 
geldik filmin en sevdiğim sahnesine... iki imam ve sinan ağaçlık yerden kahveye kadar yürür, yürürken de başlarlar dini sohbete. işte burada sinan'ın düşünce yapısıyla farkı yarattığını anlıyoruz. bir yerde dini motamot alan, dosdoğru yargısız okuyan; bir yerde de farklı bakış açılarının da mühim olduğunu vurgulayan, sorgulayan imam. çok keyif aldım tam bir yol üstü sohbetiydi. 

belki de en çok güldüren nuri bilge ceylan filmi. fakat film boyunca bir kişiden kitabının okunduğunu duyamayan sinan'ın, yine film boyunca herkes tarafından eleştirilen babasının kitabını okuduğunu öğrenmesi var ki sinan'ın babasına tek sempati duyduğu yer burası. öyle ki bu, sinan'a, hiçbir zaman babasının yardım isteğine seve seve karşılık vermemişken, tam da onun kuyudan su çıkarma ideali sona ermişken, kuyudan su çıkarmak için canla başla mücadele etme isteği verecekti... babasının cüzdanından oğlunun kitabıyla ilgili gazete kupürü çıkması beni aşırı duygulandırdı. 

her oğlan babasına benziyor. bence bu hikayedeki sinan bir yanıyla nuri bilge ceylan. doğu demirkol'u bu yüzden de seçmiş olabilir. boyu kalıbı kısa saçlı hali vs. zaten o gazete kupüründe sinan'ın verdiği poz, nuri bilge ceylan'ın söyleşiler kitabında verdiği pozla aynı. söyleşiler demişken, o kitaptan çok güzel bir alıntıyla yazıyı sonlandırayım:

"babam ziraat mühendisiydi, "ziraatçi" derlerdi ona. o günler sanki kimse bir diğerinden fazla değildi, genel bir yoksulluk vardı. çoraplar yamanır, ayakkabılar pençelenirdi. bir ayakkabı iyice parçalanmadan yenisinin alındığını pek hatırlamam. elektrik kasabadaki gürültülü jeneratörden belirli zamanlarda verilirdi. babam çok para gitmesin diye saç tıraşım için elle çalıştırılan bir tıraş makinesi almıştı. erkek çocukların hepsi için kısacık "alabros" denen basit bir saç modeli neredeyse standarttı. her taraf kısa ama sadece önde biraz daha uzun bırakılan bir saç. kısa saçtan ön taraftaki uzunca saç bırakılan bölüme geçişin biraz yumuşak olması gerekiyordu, berberler onu iyi yapardı. esasen berberlerin maharetlerini gösterebilecekleri tek yer de zaten bu geçişti. babam bu geçişi biraz sert yapıyor olmalı ki, bir gün mahallede oynarken savcıyla hakim geldi yanıma. o detaydan anlamış olmalılar, "oğlum, gel bakayım buraya, seni kim tıraş ediyor?" dediler. "babam" dedim. babamın cimriliğini kanıtlamış olmanın sevinciyle birbirlerine bakıp gülümseyerek, alaylı bir şekilde kafa salladılar. biraz da konuştular galiba "demedim mi ben sana" falan gibi. sonra ben bunu evde anlattım ve annemle babam arasında bu küçük olayın ciddi bir duygu yarattığını görerek ürktüm. "vay eşşoleşşekler" falan diye küfür ettiklerini hatırlıyorum...

bu hikayede beni heyecanlandıran tüm çıplaklığıyla insan doğasının bu tarz yönlerini ele alabilecek oluşumuzdu daha çok..."



daha bizden bir şey olduğu için ve diyaloglar daha ayrıntılı işlendiği için şu şekilde güncelleyebilirim artık: ahlat ağacı > kış uykusu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder